1 Aralık 2022 Perşembe

DÜNYAYI DÜNYA YAPAN İÇİNDEKİ İNSANDIR


 


Can boğaza geldiğinde, ne doğrularınızın ve nede yanlışlarınızın size hiç bir fayda sağlamadığını anlayacaksınız...
Ancak ve ancak Allah için olan,
O'nun rızası ile birlikte kibirden şirkten küfürden hasetlik fesatlık ve gösterişten arınmış tertemiz bir kalp olduğunu yakinen kavrayacaksınız...
"Allah, mutlak hâkim ve kalpleri en iyi bilen değilmidir? Bu halimiz nedir böyle?
Kur'an'ı Kerim /Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz buyurur,/
Lakin, bizim ümmet olarak kendimize hayrımız kalmamıştı ki insanlığa nasıl hayrımız olsun...
Bu işin sonu nereye varacak ben bilmem. Birbirimizle boğuştuğumuz sürece bu ümmet kavramı ya ölmüş yada yer değiştirecek gibi...
Nede olsa hepside cümle ümmeti Muhammed değilmidir?
Kimisi daveti, kimisi de icabi...
Sanki biz icabet edeceğimiz yerde daveti ümmet konumuna düşmüş gibiyiz ne dersiniz?
Düşmanın amacını kavrayamamış düşmanı kendimize güldürüp birbirimizi tekfir eder olmuşuz..
Ve bunu da sureti haktan zanneder olmuşuz..
Ve bunun adına da bir kaç Ayet ve hadis diye koyar olmuşuz...
Bu ümmet gerçekten bizmiydik? Yoksa Allah rahmet eylesin onlar çoktan ölüp gitmiş bizde işi bitmiş olanlardanmıydık? Uyanın ve kendinize geliniz...
Sahi biz hangi adil olan bir devletin mahkemesinde adil olan hâkimlerdik?
Allah'tan korkup kendimize gelelim...
Bu iş bizim bildiğiniz gibi değildir.
Allah'ın bildiği gibidir.
"O" mutlak Hâkimdir...
Sübhanallahi vebi hamdihi
Selâm ve dua ile

29 Kasım 2022 Salı

PARAM YETMİYOR DİYENLERE!!

 



Eskiden insanlar unu çuvalla şekeri çuvalla, yağı teneke ile, peyniri de tulum tulum alıyormuş.Şimdi ise peyniri kilo ile, yağı bir kaç litre, şekeri de bir kaç kilo zor alıyormuş.Doğru. Eskiden böyleydi...Çünkü eskiden insanların kafası çalışıyordu.
-Eskiden insanlar, yağ, peynir, un, şeker gibi temel gıda maddelerine öncelik verirdi.
Adı üstünde temel gıda maddeleri.
En çok önem verilmesi gereken şeyler bunlardı.
-Eskiden insanlar, 3 kilo şeker parasına, gidip 1 bardak kahve içmezlerdi.
1 kg et parasına, oturup bir hamburger menü yemezlerdi.
Öğrenciler, evde 3 günlük makarna yiyip, dışarda cafelerde, nargileye, wayt çaklıt mokkaya 30 lira vermezlerdi. Sırf bir kaç fotoğraf çekip sosyal medyada ben sınıf atladım hissi veren, ucube fotoğraflar paylaşmazlardı.Evlerde Led ekran internet bağlantılı televizyonlar yoktu. İnternet de yoktu.Eskiden insanlar, ihtiyacı kadar elbise, ayakkabı alırdı. Sırf marka diye, sırf birilerine hava atacağım diye, tonla para harcamazlardı.Eskiden insanlar, 15 bin liralık telefonu ilk alanlardan olmak için, gece yarısından mağaza kuyruğuna girmez, mağaza açılır açılmaz da, yem zamanı gelmiş sığır gibi içeri dalmazlardı.Eskiden insanlar, çocuklarına en fazla bir kaç adet oyuncak alırlardı. Oyuncaklarla dolu odalar olmazdı.Eskiden insanlar, yemeklerini dışarda yemezdi. Dışarda kahvaltı filan hiç yoktu. Kimse 1 aylık kahvaltılık parasına, gidip dışarda kahvaltı yapmazdı.Dışardan eve yemek söylemek ayıptı.Eşşek kadar kızlar, eve pizza söylemez, eşşek kadar erkekler, akşama kadar odalarına kapanıp bilgisayar oyunu oynamazdı.Yetişkinlik çağına gelmiş her kız ve erkek, kendi evini çevirecek şekilde davranırdı. -Erkekler dışarda çalışır para kazanır, kızlar ev işi yapardı.Sırf aileden uzak, rahat takılmak, uyduruk üniversitelerde okumak için şehir dışına çıkılmazdı. Okuyorum diyerek, annenin babanın iliği kemiği kurutulmazdı.En azından insanlar, 1000 liraya kablosuz kulaklık almaktansa, 3 çuval şeker alayım diye düşünecek kadar akıllıydı.
-Eskimeyen çöpe attığı pahalı marka ayakkabıları giymeye devam edip, ona vereceği 300 lirayı, yağa, peynire verirdi.
Aza kanaat etme diye bir deyim vardı.
Allah c.c bereketi üzerinize olsun.

5 Ağustos 2022 Cuma

MİLLİ ÜRETİMLERİMİZ NASIL ENGELLENDİ




Sene 1925 …

Alman­ya'ya on sekiz teknisyen ve Fransa'ya uçak mühendisliği öğrenimi için beş öğrenci gönderildi.

15 Ağustos 1925… Türkiye'de ilk uçak fabri­kası Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (TOMTAŞ) faaliyete geçti. Kayseri'de kurulan fabrika dünyanın en büyük fabrikalarından birisiydi. Fabrikada 120'si Alman olmak üzere 170 işçi çalışıyordu.

1932'de adı “Kayseri Tayyare Fabrikası” oldu. O yıl, 41 uçak imal edildi. Bunlardan birini Atatürk İran'a hediye etti…

46 adet Gotha, 24 adet PZL-24A ve 24C, 24 adet Miles-Magister olmak üzere 1926-1941 yılları arasında yedi ayrı tipte 212 uçak üretildi.

Uçakların onarımı için 6 Ekim 1926'da Eskişehir'e de Tayyare Fabrikası kuruldu.

Gazi Paşa aramızdan ayrılır­ken Etimesgut Uçak Fabri­kası faaliyete başladı. Artık yerli uçağı ve yerli motoru yapıyorduk.

Sadece devlet değil…

24 Haziran 1923… Vecihi Hürkuş (1896-1969) ve arkadaşları Halkapınar Tayyare Atölyesi'nde “Veci­hi K-VI” adlı uçağın imalatı­na başladı.

28 Ocak 1925… Vecihi Hürkuş kendi yaptığı ilk Türk tipi uçağıyla test uçuşunu gerçekleştirdi. Beş yıl sonra ilk uçak fabrikasını kurdu. Bundan iki yıl sonra Türkiye'nin ilk sivil tayyare mektebini açtı.

10 Şubat 1937… Fran­sa'da eğitim görmüş uçak mühendisi Selahattin Alan, işadamı Nuri Demirağ ile anlaşarak Beşiktaş'ta uçak fabrikası kurdu. Ardından Gök Okulu açtılar.

Nu.D 36 eğitim ve Nu.D 38 yolcu uçağı tasarladılar, yaptılar. Ankara, İstanbul, Atina arasında yolcu taşıma­ya başladılar.

Fakat…

Dünya Savaşı'ndan sonra olanlar oldu:

ABD Dışişleri Bakanlığı petrol danışmanı M.W. Thornburg “Türkiye Nasıl Yükselir” raporunda şöyle dedi:

– “Türkiye'nin ağır sanayi kurmasına hiç gerek yoktur…”

– “Türkiye'de ne kadar uçak, maki­ne, motor vb. projeleri ve bunların imalatla­rı varsa derhal iptal olunmalıdır…”

Böylece…

Devlet fab­rikalarının kimi 1952'de MKE'ye devredildi kimi 1954'te traktör montaj fabrikası haline dönüştürüldü. Benzer şekilde
Özel sektör üretimleri de yok edildi.

Yurt dışına uçak sat­ması bile yasaklandı!

Türk Hava Kurumu siparişlerine son verdi. Arazileri istimlak edildi!

1947-1955 yılları arasında ABD'den 1905 uçak satın alındı!

Bunun 850 adedi ABD'nin II. Dünya Savaşı'n­da kullandığı F-84 idi! Yani ABD tüm hurda ve kullanılmış silahlarını yardım adı altında bize göndererek mevcut imalatımızı durdurdu. Üstelik yedek parça ve bakım hizmeti olarak devlet kasasından milyonlarca dolar para harcandı.

Benzer politika ulaştırma alanında da Atatürk zamanında demiryoluna yapılan yatırımlar durdurularak kara yoluna önem verildi. Böylece hem kara yolu araçları, bunların yedek parçası ve benzin hep ithal edilerek paramız dışarı gitti ve yabancılara bağımlı hale geldik.

3 Ağustos 2022 Çarşamba

“VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT”


Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor.

─ Tıkandı Baba, çay getir

─ Tıkandı Baba, kahve getir.

Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş.

─ Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı Baba meselesi?

─ Uzun mesele evlat, demiş Tıkandı Baba

─ Anlat baba anlat merak ettim deyip çekmiş sandalyeyi.

Tıkandı Baba da peki deyip başlamış anlatmaya;

─ Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım.

Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken bir adam göründü ve ‘’Tıkandı baba, tıkandı.

Uğraşma artık’’dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba” ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.”

Tıkandı Baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. Çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına;

─ Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz.

Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz.

Sultan Mahmut’un adamları peki demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis.

“Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya

─ Taze baklava, güzel baklava!

Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş.

Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın. Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler.

Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi

-Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım, demiş.

Tıkandı baba da

─ Peki, demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı Babaya her akşam baklavalar gelmiş ve! Yahudi de her akşam Tıkandı Baba’dan baklavaları satın almış.

Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut;

─ Bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım, deyip Tıkandı Baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın.

Sultan;

─ Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi? mi, demiş

─ Geldi sultanım

─ Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?

─ Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.

─ Sultan şöyle bir tebessüm etmiş.

─ Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benle gel, deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş.

─ Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir, demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek.

Sultan demiş;

─ Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış

─ Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin demiş. Padişahın adamları “peki” deyip adamı alıp Üsküdar’a götürmüşler.

─ Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler. Baba,

─ Niçin, demiş. Askerler

─ Hele sen bir beğen bakalım demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline

─ Ne olacak şimdi, demiş

─ Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı demiş.

Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş;

“VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT”

 

25 Temmuz 2022 Pazartesi

1987 kışı ... günlerce kar yağmıştı



İstanbul’da her şey 4 mart 1987 gecesi başlamıştı… 1987 kışı unutulmazdır... Meterolojinin 9 derece sıcaklık tahmini yaptığı İstanbul, beklenmedik bir şekilde o gece sıcaklığın -5 dereceye kadar düşmesiyle günlerce süren yoğun bir kar yağışıyla tanıştı. Sabah gözünü açanlar neye uğradığını şaşırdı. Okullar yaklaşık iki hafta boyunca kar tatili yaptı. 1987 kışı yaşayanlar üzerinde unutulmayacak etkiler bırakmıştır…

86 CM KAR!

Bir sonraki akşam TRT haberlerinde TRT muhabiri Yeşilköy Havaalanında meteoroloji müdürü ile birlikteydi, kar kalınlığını canlı yayında 86 cm olarak ölçtüler. Aralıksız yağan tipiye bir de gök gürültüsü eklenmişti ve insanlar artık endişelenmeye başlamışlardı. Çünkü aralıksız bir tipi yağıyordu ve yolda yürünemiyordu bile.
TANIK OLANLARIN İFADELERİ

Halk sabah uyandığında gözlerine inanamıştı. 1987 yaşayanlar o tarihi unutamazlar. 1987 kışı yaşayanlar tarihi net olarak hatırlayamasalar da “İstanbul’da etkili olan kışlar” şeklinde sorulduğunda akıllara hemen 1987 gelir. O günlere tanık olanlar şu ifadeleri sıkça kullanır: “1 ay kar yağmıştı”, “aralıksız günlerce kar yağdı”, “kar fırtına tipi esir etmişti bizi”, “ekmek bulamıyorduk”, “günlerce elektrik, su yoktu”, “kar yerden bir türlü kalkmadı”, “okullar 2 hafta tatil oldu”…
ELEKTRİK VE SU KESİNTİSİ!

Bunlar yetmezmiş gibi tipinin üstüne bir de kesilen elektrik eklendi. Bazı yerlere günlerce elektrik verilemedi.
26 KİŞİ HAYATINI KAYBETTİ

Maalesef o sene günlerce ara vermeden yağan kar yüzünden İstanbul’da 26 kişi hayatını kaybetti. Sokakta donarak ölen 26 kişi ise kar ve soğuk havanın tatsız tarafını oluşturdu. İlk defa bu kadar kişi soğuk hava yüzünden hayatını kaybetmişti.

Bir süre sonra yiyecek bulamayan kurtlar şehre indi. Açlık ile sadece insanlar mücadele etmiyordu. Ekmek sıkıntısını sadece insanlar çekmedi. O sene aralıksız yağan kar yüzünden kurtlar da şehre inip yiyecek aramak zorunda kaldı.

Tüm eğitim kurumları 15 gün süreyle tatil edildi. O kadar tatil yüzünden müfredatta da aksamalar yaşandı. Bu sebeple yaz tatili de geç başladı.

Unutulmayanlar arasında ise bir türlü oynanamayan Beşiktaş- Dynamo Kiev maçı da var. Ligler de mecburi bir şekilde tatil edilmek. zorunda kalmıştı.🙏🙏💖💖

1987 İSTANBUL

17 Temmuz 2022 Pazar

MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZİYORDUK


“Televizyon yoktu..
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş
merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık
içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna ram olurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı...
Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
...
Ne güzel cahildik.

Mutluluğun resmini çiziyorduk.