12 Ocak 2025 Pazar

TÜRK BOYU AVŞARLAR


 AVŞAR

Türkiye Türkleri’nin ataları olan Oğuz elinin en tanınmış boylarından biri.

Bu boyun adı Kâşgarlı Mahmud (XI. yüzyıl) ve Fahreddin Mübârek Şah’ın (XIII. yüzyıl başı) listelerinde Afşar, Reşîdüddin (XIV. yüzyıl başı) ile ona dayanan Yazıcıoğlu (XV. yüzyıl) ve Ebülgazi (XVII. yüzyıl) listelerinde de Avşar şeklinde geçer.

Moğol istilâsından önceki vekāyi‘nâmelerde Kâşgarlı ve Fahreddin Mübârek Şah’ı teyiden Afşar şekline rastlanmaktadır.

XIV-XVII. yüzyıllarda Anadolu’da her ikisi de görülmekle beraber Avşar şekli çok daha yaygındır.

İran kaynaklarında bu boyun adı XVI. yüzyıldan itibaren sadece Afşar şeklinde yazılmaktadır.

Bugün İran’da bu boya mensup oymaklar ve köylüler de boylarının adını aynı şekilde, yani “Afşar” olarak söylemektedirler.

Kâşgarlı ve Reşîdüddin, diğer Oğuz boyları gibi Avşarlar’ın da damgalarını vermişlerdir.

Bundan başka Reşîdüddin Avşarlar’ın, kendilerine en yakın diğer üç boy (Kızık, Beğdili, Karkın) ile ortak olan totemlerinin tavşancıl, şölenlerdeki (toy) ülüşlerinin (koyunun yemeleri için kendilerine törece tahsis edilmiş kısmı) sağ umaca (kısım) olduğunu bildirmiştir.

Yine aynı müellife göre avşarın mânası “çevik, ava meraklı” demektir.

Oğuzlar’ın İslâmiyet’ten önceki tarihlerine dâir rivayetlerde Avşar’la ilgili herhangi bir hadiseden ve bu boya mensup beylerden bahsedilmez.

Fakat İslâmiyet’ten önceki devirde hükümdar sülâlesi çıkarmış beş boydan birinin de Avşar olduğu bildirilir (diğer boylar Kayı, Eymir, Yazır ve Beğdili).

Selçuklu hânedanının büyük siyasî başarıları ve Karahıtaylar’ın Türkistan’da hâkimiyet kurmaları, Oğuzlar’dan pek kalabalık kümelerin Seyhun boylarındaki yurtlarından ve hatta Mangışlak ve Balkan (Balhan) bölgelerinden göçüp Orta ve Yakındoğu ülkelerine gelmelerine sebep oldu.

Gelen yirmi dört Oğuz boyundan pek azı tarih kaynaklarında akisler bırakabildiler ki bunlardan biri de Avşarlar’dır.

1. Hûzistan’daki Avşar (Afşar) Beyliği.

530 (1135-36) tarihlerinde İran’ın Hûzistan eyaletinde kalabalık sayıda bir Türkmen topluluğu yaşamaktaydı.

Bu Türkmen topluluğu buraya, Karahıtaylar’ın Türkistan’da hâkimiyet kurmaları yüzünden meydana gelen baskılar sonucu göç etmişti.

Bu topluluğun içinde Avşarlar’ın kalabalık bir obası vardı.

Bu Avşar obasının başında da Arslan oğlu Yâkub bulunmaktaydı.

Arslan oğlu Yâkub Hûzistan kasabasında oturuyordu.

Avşarlar ile birlikte gelmiş olan kalabalık bir Salur (Salgur) obası da komşu Kûh-gîlûye bölgesinde yurt tutmuştu.

Bunların da başında Mevdûd oğlu Sungur bulunuyordu.

Sungur 543’te (1148-49) Şîraz’ı zaptederek Salgurlu Devleti’ni kurdu.

Avşar beyi Yâkub Fars’ı ele geçirmek veya Sungur’u kendisine tâbi kılmak için birkaç defa Salur beyinin üzerine yürümüş ise de başarı elde edememişti.

Yâkub Bey’den sonra Hûzistan’daki Avşarlar’ın başına Şümle geçti.

Şümle bu Avşar beyinin adı olmayıp lakabı idi.

Şümle’nin asıl adının Aydoğdu ve babasınınkinin de Güç Doğan (Küş Togan, Küç Togan) olduğu bilinmektedir.

Şümle’nin Yâkub Bey ile akraba olup olmadığı hakkında ise hiçbir kayıt mevcut değildir.

Selçuklular’dan Sultan Mesud zamanında Hûzistan’ın bir kısmı ile Luristan’ın bazı yerlerini idare eden Şümle, bu son büyük Selçuklu hükümdarının ölümünden sonra Hûzistan’a döndü ve burayı tamamıyla idaresi altına aldı.

Böylece siyasî durumdan da faydalanarak Hûzistan’da bir beylik kurmaya muvaffak oldu (550/1155).

571’de (1175) ölen Şümle ve kendisinden sonra 591 (1194-95) yılına kadar hüküm süren oğulları Hûzistan’da kırk kadar kaleye sahip idiler.

Fakat hepsi de babaları gibi dirayetli olmadıklarından ülkelerini Abbâsîler’e kaptırdılar.

Onlardan birinin veya bazılarının para kestirdikleri de bilinmektedir.

Burada, el-Cezîre ve Suriye’yi idare etmiş olan Zengîler hânedanının Avşarlar’a mensup olmadıkları da belirtilmelidir.

2. Moğol Hâkimiyetinden Sonraki Devirlerde Avşarlar...

XV ve XVI. yüzyıl Osmanlı tahrir defterlerinde Avşarlar’a ait pek çok yer adı görülmektedir ki bu yer adları ile Avşarlar Kayılar’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır.

Bu da Avşarlar’ın Anadolu’nun bir Türk yurdu haline gelmesinde Kayı ve Kınıklar gibi birinci derecede rol oynadıklarını kesin bir şekilde göstermektedir.

Yazıcıoğlu’na göre Karamanoğulları da Avşar boyuna mensuptur.

Moğol hâkimiyetinin Anadolu’ya yayılması üzerine Anadolu’dan Suriye’ye 40.000 çadır Türkmen göç etmişti.

Bu Türkmenler bilhassa Kuzey Suriye’de pek yoğun bir topluluk teşkil etmişler ve pek geniş bir saha içindeki siyasî hadiselere, göçlere ve parçalanmalara rağmen Bozok ve Üçok şeklindeki eski el (il) teşkilâtlarını da korumuşlardı.

Daha ziyade Halep, Antep ve Antakya bölgelerinde yaşayan bu Türkmenler’in Bozok kolunu meydana getiren boyların başında Avşarlar geliyordu.

Türkiye’de ve İran’daki Avşar oymaklarının, Orta ve Batı Anadolu’daki bazı küçük oymaklar müstesna olmak üzere, hepsi bu ana koldan ayrılmışlardır.

Ayrıca Dulkadırlı eli arasında İmanlu Avşarı adlı önemli bir Avşar kolu olduğu gibi Kozan yöresinde de kuvvetli bir Avşar kolu vardı.

Kuzey Suriye Avşarları ise başlıca üç aile tarafından idare edilmiştir.

Bu aileler Köpek oğulları, Gündüz oğulları ve Kut Begi oğulları idiler.

Bu ailelerden Köpek oğullarının Antep bölgesinde, Gündüz oğullarının Amik ovasında, Kut Begi oğullarının da Halep bölgesinde yaşadıkları anlaşılmaktadır.

3. XVI ve XVII. Yüzyıllarda Anadolu’da Avşarlar.

a) Halep Türkmenleri.

Akkoyunlu ve Safevî devletlerinin Türk göçebe teşekküllere dayanması dolayısıyla Anadolu’dan İran’a göç eden Türkmen toplulukları arasında Avşarlar da vardı.

Ancak yine de XVI ve XVII. yüzyıllarda Anadolu’da Avşarlar’ın yoğun bir şekilde Halep Türkmenleri içinde bulunduğu dikkati çeker.

Nitekim XVI. yüzyılın ilk yarısında yapılan tahrirde Halep Türkmenleri arasında Köpekli Avşarı ve Gündüzlü Avşarı boyları ile müstakil bir Avşar oymağı görülmektedir.

Bunlardan Köpekli Avşarları on beş obaya ayrılmıştı.

Bu obalardan Köçeklü, Sekiz, Alplu, Delüler, Aydoğmuş Beglü kayda değer.

Bunlardan Köçeklü daha sonra müstakil ve büyük bir oymak haline gelmiş, Sekiz, Suruç’un Şeyh Çoban köyünde yerleşmiş, Alplu’nun bir bölüğü İran’a gitmiş, Delüler ise varlığını son zamanlara kadar sürdürmüştür.

Köpeklü Avşarı’nın Yeni İl ve Boz Ulus’ta bazı kolları vardır.

Gündüzlü Avşarı’nın ise nüfusu daha az olup sekiz obadan meydana gelmektedir.

Bu husus Gündüzlü Avşarı’ndan önemli bir kısmın İran’a gitmiş olması ile izah edilebilir.

Müstakil Avşar oymağına gelince, bu oymak XVI. yüzyılın ikinci yarısında 158 vergi hânesinden ibaret idi.

Memlükler devrinde dirlik sahibi olan bu oymak Osmanlı devrinde de bu dirliğini muhafaza etmiştir.

XVI. yüzyılın ikinci yarısında özellikle oymakların başlarındaki eski bey ailelerinin ortadan kalktığı görülmektedir.

Bunun sonucu oymakların başındaki bey ailelerinin yerlerini obaları idare eden ve “ağa” unvanını taşıyan kethüdâ aileleri almıştır.

Nitekim 1581 yılında Avşarlar’ın başında Receb, Bahri ve Küçük Minnet adlı kethüdâlar bulunuyordu.

Bunlardan Receb oğulları öyle bir nüfuz ve kudrete sahip olmuşlardı ki, XVII. yüzyılda Avşarlar çok defa Receblü Avşarı adıyla tanınmışlardır.

Bu Avşarlar’ın daha XVI. yüzyılın ikinci yarısında Zamantı ırmağı boylarında yaylaya çıktıkları da bilinmektedir.

Avşarlar 1687 yılında Avusturya’ya yapılan sefere çağrıldıkları gibi, Receb oğulları ile diğer bey ve kethüdâların idaresinde 1690 yılındaki sefere de katılmışlardır.

Diyarbekir bölgesindeki Boz Ulus arasındaki Avşar varlığının büyük bir kısmı yahut hepsi Halep Türkmenleri Avşarları’nın kollarından meydana gelmiştir.

978 (1570-71) yılında Boz Ulus’taki Avşar kollarından Mehmed Kethüdâ’nın idaresindeki 804 vergi nüfuslu Avşar kolu ile 367 ve 109 nüfuslu Köpeklü Avşarı obaları dikkati çekmektedir.

Bunlardan başka diğer kethüdâların idaresinde daha birçok Avşar obaları vardır.

Avşarlar’ın Boz Ulus’un her üç kümesindeki obalarından bazıları, Boz Ulus’un XVII. yüzyılın başlarında Orta Anadolu’ya göç eden teşekkülleri arasında bulunmuşlar ve daha çok Karaman eyaletinde yurt tutmuşlardır.

Boz Ulus’un bilhassa Şam Türkmenleri’ne mensup bazı Avşar obaları ise Boz Ulus’un bir kısmı ile eski yerlerinde kalmıştır.

Vesikalarda “Boz Ulus Mândesi” (Boz Ulus kalıntısı) adı verilen bu kısım, XVIII. yüzyılın sonlarında Rakka bölgesine iskân edilmişse de bu topluluğa mensup obalar birer ikişer Anadolu’nun batı taraflarına gitmişlerdir.

1716 yılında Balıkesir vilâyetinin Mihaliç kazasında görülen Köpeklü Avşarı obası, Boz Ulus’a bağlı olan Köpeklü Avşarı’ndan başkası değildir.

Diğer taraftan Boz Ulus’a dahil olan Avşarlar’dan bazı obaların diğer birçok Türkmen oymakları gibi Şah Abbas devrinde İran’a gitmiş oldukları anlaşılmaktadır.

b) Dulkadırlı Avşarları.

Dulkadırlı eli arasındaki Avşarlar aslında Kuzey Suriye Avşarları’nın bir kolu olup Maraş, Kars (Kadirli), Yeni İl ve hatta Bozok bölgesine dağılmış bir halde bulunuyorlardı.

Bu Avşarlar’ın en önemli kolu İmanlu Avşarı olup Maraş bölgesinde yaşamakta idi.

XVI. yüzyılın birinci yarısında İmanlu Avşarı’nın yirmi yedi obadan meydana geldiği görülmektedir.

Bu obalardan bir kısmı Suriye çölünde kışlamakta, Maraş’ın muhtelif yerlerinde de yaylamakta idi.

XVI. yüzyılın ikinci yarısında İmanlu Avşarı obalarının çoğu yaylak veya kışlaklarında ve Antep çevresindeki birçok köylerde yerleşerek göçebe hayatı terketmiş, bunlardan kalabalık bir kol da İran’a gitmiştir.

c) Yeni İl Avşarları.

Sivas-Gürün arasında yaşayan ve Yeni İl adı verilen Türkmen topluluğundaki Avşarlar’dan üç oba (Boynu Kısalu, Delüler, Sekiz) Köpeklü Avşarı’na, diğerleri de (Bidil Avşarı, Tâifî Afşarı, Kızıl Süleyman) İmanlu Avşarı’na mensup bulunuyorlardı.

Bunlardan Bidil Avşarı Yeni İl’in çözülmesi üzerine batıya göç etmiş ve Ankara’nın Bâlâ kazası içinde yurt tutmuştur.

Ankara’nın Mugan gölü yakınlarındaki bir yer bu oymağın adını taşımaktadır.

d) Sîs (Kozan) Avşarları.

1519 yılında Sîs yöresindeki Avşar kolu yirmi sekiz obaya ayrılmıştı.

Bunlardan birkaçı müstesna diğerlerinin çeşitli ekinliklerde çiftçilik yaptıkları görülmektedir.

Sîs Avşarları’nın buraya 1375 yılındaki Memlük fethi sonucunda Suriye’deki ana Avşar topluluğundan gelmiş oldukları şüphesizdir.

Çünkü Çukurova’nın fethine Memlük ordusu yanında Bozoklu ve Üçoklu Türkmenleri de katılmışlardı.

Fakat bu Avşarlar’ı, XVIII. yüzyıldan itibaren Halep bölgesine gitmeyip Çukurova’da kışlamaya başlayan ve Zamantı ırmağı kıyılarında yaylayan Avşarlar ile karıştırmamalıdır.

Bu sonuncular, daha sonraki yüzyıllarda yaşamış Halep Türkmenleri Avşarları’dır.

Bütün bu Avşar topluluklarından başka, yine XVI. yüzyılda Uşak bölgesinde beş obaya ayrılmış oldukça kalabalık bir Avşar kolu yaşadığı gibi, Sivrihisar ve Aydın bölgelerinde de aynı adı taşıyan, nüfusları çok az oymaklar bulunuyordu.

4. XVIII ve XIX. Yüzyıllarda Anadolu’da Avşarlar...

Ana boyun asıl kalıntısı olan Halep Türkmenleri Avşarları’nın torunları çeşitli olaylara rağmen 1865’te Fırka-i Islâhiyye gelinceye kadar güçlü bir oymak olarak Anadolu’da varlıklarını sürdürdüler.

1691’de Rakka bölgesine iskânı emredilen Türkmenler arasında bazı Avşar oymakları da vardı.

Bunlar, Boz Ulus’un eski yurdunda kalan kısmına bağlı Avşarlar ile Yeni İl’e mensup Avşar oymakları idiler.

Rakka bölgesinde sonraları Avşar Bucağı denilen yerin bunların yerleştirildikleri yöre olduğu bilinmektedir.

Halep Türkmenleri Avşarları ise Receblü Avşarı, Kara Gündüzlü Avşarı, Bahrili Avşarı ve diğerleri olmak üzere dört beş oymağa ayrılmıştı.

Avşarlar XVIII. yüzyıldan itibaren kışlak olarak Halep yerine Çukurova’ya gitmeye başlamıştır.

Bunların Çukurova’daki kışlakları Ceyhan kıyılarında idi.

Devleti, Zamantı ırmağı kıyılarında yerleşeceklerine inandırmış olmalarına rağmen yerleşmek şöyle dursun sık sık komşu oymak ve köylerin hayvanlarını sürmüşler, bazan da tüccar kafilelerini basmışlardı.

Nitekim bu yüzden 1703 yılında Rakka’ya sürüldülerse de fazla kalmayıp oradan kaçtılar ve Çukurova, Kayseri, Elbistan, Maraş yöresinde baskın ve yağmalara devam ettiler.

Avşarlar 1856 yılında tekrar yerleştirilmeye çalışıldı ise de yine başarı sağlanamadı.

Nihayet İstanbul’dan 1865 yılında Çukurova’ya gönderilen Fırka-i Islâhiyye, onları kışlak veya yaylaklarından birinde yerleşmeye mecbur bırakınca, Avşarlar yaylaklarında yerleşmek istediklerini bildirdiler.

Fakat bu sırada yaylaklarına Kafkas muhacirleri yerleştirildiği için pek verimsiz topraklarda yerleşmek zorunda bırakıldılar.

Bugün Avşarlar Kayseri’nin Pınarbaşı, Tomarza, Sarız kazalarıyla bunlara bağlı yetmişten fazla köye yerleşmiş olup eski oymak teşkilâtlarını henüz unutmuş değildirler.

Ünlü Avşar kilimlerini de çok çalışkan Avşar kadınları dokurlar.

Türkmenler’in acı ve üzüntülerini ağıt ve bozlak şeklindeki ezgilerle dile getirdikleri bilinmektedir.

Avşarlar bunları söylemekte en önde gelen oymaklardan biridir.

Bozlak onların mûsiki hayatlarına o derece hâkim olmuştur ki kahramanlık maceralarını anlatan türküleri bile bozlak makamında söylerler.

Onların adını taşıyan bir bozlak (Avşar bozlağı), özellikle Yozgat ve Kırşehir yörelerinde okunur.

“Avşar beyleri” türküsü ise Burdur, Antalya, Denizli ve Muğla bölgesinin en sevilen türkülerinden biri olarak söylenir.

“Avşar zeybeği” aynı yörelerde, “Avşar halayı” ise Kırşehir, Yozgat ve Keskin yörelerinde oynanmaktadır.

Avşarlar büyük Türkmen şairi Dadaloğlu’nun da kendi oymaklarından olduğunu söylerler.

5. İran Avşarları (Afşar).

Kaynaklarda daima Afşar yazılışı ile anılırlar. Daha XII. yüzyılda İran’ın Hûzistan eyaletinde Arslan oğlu Yâkub, Şümle ve oğulları idaresinde Avşarlar’ın bir beylik kurdukları daha önce görülmüştü (550/1155).

Bundan sonra XV. yüzyılın sonlarına doğru bu ülkede yeniden Avşarlar’a rastlanır ki bunlar Akkoyunlu fethi neticesinde Anadolu’dan gelmiş Avşarlar idiler.

1501’de Safevî Devleti’nin kuruluşundan sonra da İran’a yeni Avşar oymakları geldiler.

İran’daki büyük Avşar varlığını Anadolu’dan gelen bu Avşar oymakları meydana getirdi.

Bu Avşarlar çeşitli bölgelerde yaşamakta ve ayrı ailelerin idaresinde bulunmakta idiler.

Bu da daha çok onların İran’a farklı zamanlarda göç etmiş olmalarından ileri gelmiştir.

6. Mansur Bey (Kûh-Gîlûye) Avşarları.

Uzun Hasan Bey’in henüz Akkoyunlu hükümdarı olmasından önce, onun yakın adamlarından biri olan ve Kûh-Gîlûye valisi bulunan Avşar Mansur Bey kalabalık bir Avşar grubuna sahipti.

Şüphesiz Suriye Avşarları’na mensup olan Mansur Bey daha sonra diğer birçok Akkoyunlu beyleri gibi Safevî Devleti kurucusu Şah İsmâil’e itaatini arzetmiş ve onun tarafından 1505’te Fars valisi tayin edilmiştir.

Akkoyunlular’ın yükseliş, çöküş ve nihayet yıkılışına şahit olan ve en sonunda Kızılbaş tacını giyen Avşar Mansur Bey’in oğul ve torunlarının Şah Abbas devrine kadar Kûh-Gîlûye vilâyetini idare ettikleri bilinmektedir.

Bunlardan Mansur Bey evlâdından Halil Han 10.000 Avşar’a kumanda ediyordu.

Halil Han’ın oğlu Şah Kulı Han ile akrabasından Hasan Han, uzun yıllar Kûh-Gîlûye’de birbirlerine hasım olarak yaşadıktan sonra, Şah Kulı Han 998 (1590) yılında Şîraz’da Şah Abbas’ın teşvikiyle hasmı Hasan Han tarafından öldürüldü.

Gelişen olaylar üzerine Avşarlar yurtlarından çıkarıldılar.

Onlardan bir bölüğü Horasan’a, bir bölüğü de Urmiye’ye gitti.

Böylece Kûh-Gîlûye bölgesi Avşar yurdu olmak vasfını kaybetti.

Kûh-Gîlûye Avşarları Gündüzlü ve Araşlu obalarından meydana gelmişti.

Gündüzlü obası XIV ve XV. yüzyıllarda Suriye’de yaşayan Gündüzlü Avşarı’nın bir kolu olup Akkoyunlu fethi sonucu Mansur Bey’in idaresinde İran’a göç etmişti.

Avşarlar’dan bir kol da XVI. yüzyılın birinci yarısında Hûzistan’da yaşamaktaydı.

Bu Avşarlar da Gündüzlü Avşarı’ndan olup buraya Akkoyunlu fethi dolayısıyla gelmişlerdi.

Bunların başında 946’da (1539-40) Mehdi Kulı Sultan bulunuyordu ve bu bey, Şah Tahmasb’ın emriyle kardeşi tarafından öldürülmüştü.

Bundan sonra Hûzistan Avşarları’nın başında Haydar Kulı Sultan ile Ebü’l-Feth Sultan bulunmuşlardır.

Şah İsmâil ve Tahmasb devirlerinde hangi Avşar obasına mensup oldukları bilinmeyen birçok Avşar beyleri görülmektedir.

Şah Tahmasb’ın 1576’da ölümü sırasında Safevî Devleti hizmetinde altı Avşar beyi görülmektedir.

Bunlar Tahmasb’ın oğullarından Ahmed Mirza’nın lalası Araşlu Afşarı’ndan Aslan Sultan, Kûh-Gîlûye’de 10.000 Avşar’ın başında bulunan Halil Han, Sâve Valisi Mahmud Sultan, Kirman Valisi Yâkub’un kardeşi Yûsuf, Hezârcerîb Valisi İskender, Horasan’da Ferah ve Esfüzar Valisi Yeğen Sultan ile yine Horasan’da bir yerin valisi Köroğlu Hüsrev Sultan idi.

Bu beylerin bulundukları yerlere göre Avşarlar’ın Hûzistan, Kûh-Gîlûye, Kirman ve Horasan olmak üzere dört bölgeye dağılmış bir halde yaşadıkları anlaşılmaktadır.

Bu dört bölgeden Kûh-Gîlûye İran’daki Avşarlar’ın ana kolunun veya en kalabalık kısmının oturduğu yerdi.

Şah Tahmasb’ın halefleri II. Şah İsmâil (ö. 985/1577) ve Muhammed (hal‘i 995/1587) devirlerinde Avşarlar bu dirlik bölgelerini ve devlet idaresindeki mevkilerini korudular ve Ustacalu, Şamlu, Tekelü ve Türkmen oymakları arasındaki mevki ve ihtiras mücadelelerinin dışında kaldılar.

Şah Abbas devrinde (1587-1628) Avşarlar başlıca şu obalara ayrılıyorlardı: Gündüzlü, Araşlu, Usalu (veya Usallu, sonra Usanlu), Eberlü, Alplu, İmanlu Avşarı.

Abbas devrinde Kûh-Gîlûye Avşarları’ndan bir bölük Urmiye yöresine, bir bölük de Horasan’da Ebîverd yöresine gönderildiler.

Bu sebeple Kûh-Gîlûye bir Avşar yurdu olma vasfını kaybettiği gibi Hûzistan’daki Gündüzlü Avşarı da pek zayıf bir duruma düştü.

Araşlular da Kûh-Gîlûyeli, diğer bir ifade ile Mansur Bey Avşarları’ndan idiler.

Şah Muhammed devrinin son yıllarında (1584-1587) Usalu ile birlikte İsfahan taraflarında yaşıyorlardı.

Şah Abbas Araşlular’ı Huvâr, Rey ve Simnân taraflarına sürdürdü.

Araşlu’dan büyük bir bölüğün daha sonra Urmiye bölgesindeki boydaşlarının yanlarına gittiği görülüyor.

Usalular’ın Şah Abbas devrinden önce İsfahan bölgesinde oturdukları bilinmektedir.

Abbas devrinde ise İmam Kulı Han’ın idaresinde Batı İran’da Gâverûd yöresinde yurt tutmuşlardır.

Eberlü’nün de Şah Abbas devrinden önce Kazvin bölgesinde yaşadıkları görülmektedir.

Abbas bunların bir bölüğünü Ebîverd’e göndermiş, sonraları bunlara Gündüzlü’den de bir kol katılmıştır.

İşte Afşar Nâdir Şah’ın Kırklu oymağı, herhalde Eberlü veya Gündüzlü’den çıkmış bir obadan başka bir teşekkül değildir.

Alplu Avşarı’na gelince, bu oymak Halep Türkmenleri arasındaki Köpeklü Avşarı’nı meydana getiren kollardan biri idi.

Alplu obasının Şah Abbas devrinde İran’a gelmiş olması pek muhtemeldir.

Çünkü Alplu’ya dair, özellikle XVII. yüzyıldan itibaren Osmanlı kaynaklarında bir bilgiye rastlanmadığı gibi Şah Abbas devrinden önce de İran tarihlerinde adı görülmüyor.

İmanlu Avşarı’na gelince, bu oba Türkiye’deki Dulkadırlı eli arasında yaşayan büyük İmanlu Avşarı’nın bir koludur.

Bu kolun İran’a Şah Abbas devrinde geldiği kuvvetle ileri sürülebilir.

Çünkü daha önce onun da adı İran’da yazılmış hiçbir kaynakta geçmemektedir.

Diğer taraftan XVI. yüzyılın sonlarında başlayan ve uzun bir zaman devam eden Celâlî ayaklanmaları yüzünden pek çok oymağın ve köylülerin İran’a gidip Şah Abbas’ın hizmetine girdiği bilinmektedir.

Şah Abbas öldüğünde (1037/1628) Avşarlar’dan yalnız Horasan’da Ferah ve Esfüzar Beylerbeyi Erdoğdu Han (Alplu’dan), Urmiye hâkimi Kelb Ali Sultan (İmanlu’dan) ve Gâverûd hâkimi İmam Kulı Sultan (Usalu’dan) devlet hizmetinde idiler.

Bunun sebebi de Şah Abbas’ın Safevî Devleti’ni kuran ve yaşatan Kızılbaş Türk oymaklarının çoğuna ağır darbeler vurarak İran içine dağıtması, buna karşılık Osmanlılar’ı taklit ederek meydana getirdiği Kullar Ocağı’na mensup beyleri yükseltip onlara devletin en büyük mevkilerini vermiş olmasıdır.

XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında, yani Nâdir Şah’ın siyasî sahnede görünmek üzere bulunduğu sırada Avşarlar’ın dağılışı şöyle idi: a) Urmiye Avşarları.

Urmiye gölünün batısında Selmas ile Uşnu (Uşniye) arasında bulunan Urmiye şehri ve bölgesi, Avşarlar’ın kalabalık bir halde yaşadıkları yurtlarından biri idi.

Burada ilk defa İmanlu Avşarı yurt tutmuştu.

Bu oymağın bir kolu sonra Kasımlu adını taşıdı ki bu da Şah Abbas devrinde İmanlu Avşarı’nın başında bulunan Kasım Sultan’dan gelmektedir.

Urmiye Avşarları’nın diğer oymakları Gündüzlü ve Araşlu idiler.

Bunlar da buraya Kûh-Gîlûye’den gelmişlerdi.

Yine bu Avşarlar’dan bir oymak da Mahmudlu adını taşıyordu ki onun da Araşlu’dan çıktığı anlaşılmaktadır.

Urmiye Avşarları’nın tarihi, geçen yüzyılın ikinci yarısında Avşar’ın Mahmudlu oymağı Boybeyi ailesinden Mirza Reşid tarafından yazılmıştır (Târîḫ-i Afşâr, nşr. M. Râmiyân – Ş. Afşar, Tebriz 1345-1346).

b) Hamse Avşarları.

Hamse, Kazvin ile Zencan arasındaki idarî bölgenin adıdır.

Bu idarî bölgenin başşehri de Zencan idi.

Altı bölük yani kazadan meydana gelen bu idarî bölgede de Avşarlar, bilhassa Kazvin’in güneybatısındaki yöreden başlayıp (bu yöre hâlâ Afşar adını taşır) Sayınkale ve Sultâniye’ye kadar uzanan yerlerde ve kuzeydeki Yukarı Târum ve Aşağı Târum’da ve hatta Halhal çevresinde yoğun bir şekilde yaşamakta idiler.

Bunlara genellikle Hamselü Avşarı denilirdi.

XVIII. yüzyıla ait kaynaklardan, burayı idare eden Avşar beyleri de Hamselü, Târumî ve Halhalî nisbeleri ile anılırlardı. Hamse Avşarları’nın çoğunun Eberlü oymağından olduğu bilinmektedir. Yine XVIII. yüzyılda adı geçen Kutulu Avşarı’nın Hamse Avşarları’ndan olması mümkündür. c) Kirman Avşarları. Burada Şah Tahmasb devrinden beri Avşarlar yaşamakla beraber diğer bölgelerdeki gibi siyasî bir varlık gösterememişlerdir. Kirman Avşarları’nın hangi oba veya obalardan meydana geldikleri de bilinmemektedir. d) Horasan Afşarları. Şah Tahmasb devrinde Horasan’da Herat’ın güneyindeki Esfüzar bölgesi ile Sîstan’daki Ferah bölgesi Avşar beyleri tarafından idare edilmiştir. Fakat daha sonra buradaki Avşarlar’ın ne oldukları bilinmemektedir. Bununla beraber Kirman Avşarları belki bunlar veya bunlardan olabilirler. Asıl Horasan Avşarları, Şah Abbas’ın Kûh-Gîlûye’den Ebîverd sınır bölgesine sürdüğü Gündüzlü ve Araşlu oymaklarına mensup obalar idi. Anlaşıldığına göre Nâdir Şah’ın adını duyurduğu günlerde bu adlar ortadan kalkmış ve onların yerini Köse Ahmedlü ve Kırklu almıştır. Nâdir Şah’ın da bunlardan Kırklu obasına mensup olduğu bilinmektedir. Bu kalabalık Avşar topluluklarından başka Hûzistan’da (Gündüzlü’den), Kûh-Gîlûye’de (aynı oymaktan veya Araşlu’dan) ve Fars’ta Kâzerûn bölgesinde çok daha az nüfuslu Avşar oymakları vardı. XVIII. yüzyılın ilk çeyreğindeki İran Avşarları’nın dağılışına ait bu tablonun pek değişikliğe uğramadan zamanımıza kadar devam ettiği söylenebilir.

Avşarlar, Kaçar Feth Ali Şah devrinde İran’ı ziyaret etmiş olan A. Dupré’nin eserinde, İran’da Türkçe konuşan oymakların nüfus bakımından başında yer almaktadır. Bu seyyaha göre Urmiye Avşarları Kasımlu ve Araşlu adlı iki kola ayrılmakta, bu kollar da Karaçlu, İmamlu, Dâvudlu, Usallu, Kılıçlu, Gani Beglü, Kileli, Tutmaklu, Adaklu, Kara Hasanlu, Ali Beklü, Terzilü, Şah Buranlu, Yeherlü, Kûh-Gîlûyelü gibi obalardan meydana gelmektedir. Bu Avşarlar’ın nüfusları hakkında da 25.000 rakamı verilmektedir. Yine aynı seyyaha göre Avşarlar’dan diğer kollar Hamse’de 10.000 kişi, Kazvin çevresinde 5000 kişi, Hemedan yöresinde 7000 kişi, Tahran çevresinde 7000 kişi, Hûzistan’da Şüşter yakınlarında 10.000 kişi, Kirman’da 6000 kişi, Horasan’da 8000 kişi, Fars’ta 5000 kişi ve Mâzenderan’da da 5000 kişi yaşamakta idi. XIX. yüzyılın ortalarında İran’ı ziyaret etmiş olan Lady Shell’in eserinde de Avşarlar’ın yurtları, nüfusları ve hayat tarzlarına ait bilgi verilmektedir. Ona göre: Urmiye yerleşik 7000 ev; Mâzenderan 100 ev; Usanlu, Mâzenderan 50 ev; Kazvin-Tahran arasında 900 çadır; Usanlu, Huvâr ve Demâvend’de 1000 çadır ve ev; Afşar Şah Sevenleri Hamse 2500 çadır, Hamse 200 ev; Kirman 1500 ev; Kaçar-Afşar (Türk ve Lekler’den oluşmuş bir oymak), Fars 250 Türk evi, 100 Lek evidir. Zamanımızdaki İran Avşarları’nın hemen hepsi yerleşik hayata geçmiş, kendi tabirleriyle “tat” olmuşlardır. Yalnız 30-40 yıl önce Hûzistan’daki Gündüzlü Avşarları, Kûh-Gîlûye’deki Ağaçeri topluluğu arasındaki Afşar oymağı ile Kirman’daki 5000 çadırlık Afşar kümesinde göçebe hayatın özellikleri devam etmekte idi.

BİBLİYOGRAFYA
Dîvânü lugāti’t-Türk, I, 56.

Dîvânü lugāti’t-Türk (Dankoff), I, 101.

Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 66.

Fahreddin Mübârek Şah, Târîḫ (nşr. E. Denison Ross), London 1927, s. 47.

İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, X, tür.yer.

Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, Câmiʿu’t-tevârîḫ (nşr. K. Jahn), Wien 1969, tür.yer.; a.e. (nşr. A. A. Alizâde), Moskova 1965, s. 121.

Makrîzî, es-Sülûk, III, tür.yer.

İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire (Popper), VI-VII, tür.yer.

İskender Bey Münşî, Târîḫ, I-II.

Mirza Mehdî Han, Cihângüşâ-yı Nâdirî, Tebriz 1277, tür.yer.

Ahmed Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, İstanbul 1930, tür.yer.

Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy Teşkilâtı, Destanları, İstanbul 1980, s. 502.

a.mlf., Safevî Devletinin Kurulma ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara 1976, s. 246.

M. Fuad Köprülü, “Avşar”, İA, II, 28-38.

a.mlf., “Afs̲h̲ār”, EI2 (İng.), I, 239-241.

P. Oberling, “Afšār”, EIr., I, 582-586.

Alıntı Kaynağı:https://islamansiklopedisi.org.tr/avsar

25 Aralık 2024 Çarşamba

KANSERLE İNSANLARI SÖMÜRMEK

 VAY ŞEREFSİZLER VAY!!!!!!!     ULAN  DEĞİŞİK YARATIKLAR,,,, KANSER  İLLETİNDEN RANT UĞRUNA MİLYONLARCA İNSANIN ÖLÜMÜNE NEDEN OLDUNUZ ... YILLAR ÖNCE BUNUN İYİLEŞTİRİCİ ÖZELLİKLERİ ÜZERİNDE DURSAYDINIZ..... NE OLURDU ? CİDDİ BİR ŞEKİLDE. AÇIKLAMALARDA BULUNULMADİ..

KANSER KANSER KANSER!!!!!!!!!!!!( Lütfen okuyunuz)))

2018 yılında Amerika ve Japonya’dan iki bilim adamı, “immüno-onkoloji” olarak adlandırılan yeni bir onkoloji tedavi yöntemi için tıpta Nobel Ödülü aldılar.

Bu, yakın bir gelecekte korkunç kanser hastalığının, evde nezle gibi tedavi edilebileceği anlamına geliyor!

Bu, bir zamanlar tedavi edilemeyen ve bir çok kişinin korkunç acılar içinde ölümüne sebep olan iskorbüt hastalığı gibidir. İskorbüt tedavi edilemiyordu ve her hangi bir ilacı yoktu, ancak daha sonra , bu hastalığa C vitamini eksikliğinin yol açtığı ortaya çıkmıştı. Bugün iskorbüt hastalığına hiç kimse yakalanmıyor.

Öyle görünüyor ki, korkunç ve ölümcül bir hastalık olan “kanseri” de aynı kader bekliyor. Bunun nedeni, işlenmiş gıdaların kullanımı ve vitamin eksikliğidir. İnsanların bunu önceden bildiği, fakat kar etme tutkusundan dolayı sessiz kaldığı düşünülünce dehşete kapılmamak mümkün değil. Bugün aldığım bilgiye karşı farklı tutum gösterilebilir, ancak ben sadece sizinle paylaşmak istedim:

*  Unutmayın : “Kanser” denen bir hastalık yoktur. Kanser, sadece B17 vitamini eksikliğinden başka bir şey değildir.*

*🔸 Ağır yan etkileri olan kemoterapi, ilaç tedavisi ve ameliyatı kabul etmeyin!*

*🔸 Eski zamanlarda denizcilerin iskorbüt hastalığından müzdarip olduklarını hatırlayın, bir çok kişi bu hastalıktan ölüyordu! Bazı kişiler de bundan sürekli kazanç elde ediyordu.*

*🔸 Daha sonra ise iskorbütün sadece C vitamini eksikliğinden kaynaklandığını ortaya çıktı. Yani bu bir hastalık değildi!*

*🔸 Kanser de aynı şey. Sömürgeciler ve insanlığın düşmanları tam bir kanser endüstrisi inşa ettiler ve çok büyük paralar kazanıyorlar.*

*🔸 Onkoloji endüstrisi II. Dünya Savaşından sonra büyümeye başladı. Kanserle mücadele etmek için her hangi bir prosedüre, tedavi kürlerine ve masraflara gerek yok! Bunların hepsi, sömürgecilerin ceplerini doldurmak içindir, çünkü kanser tedavisi uzun zaman önce bulunmuştur.*

*🔸 Kanserin önlenmesi ve tedavisi hakkında bilmemiz gerekenler:*

* 🀟 Kanser sadece B17 vitaminin eksikliği olduğundan, her gün 15-20 tatlı  ,5 veya 7 tane acı kayısı çekirdeği tüketmemiz yeterli olur.*

*🔸 Buğday filizi (tomurcukları) yiyin.*

*🔸 Buğday filizi müthiş bir kanser ilacıdır. Bu, tüm kanser önleyici maddelerin en güçlüsü olan sıvı oksijenin ve laetril’in en iyi kaynağıdır. Bu madde, B 17 vitaminin (amigdalin’in) özüdür ve elma çekirdeklerinde bulunur.*

*  “Kanserin Ölümü” adlı kitabında Doktor Harold Manner, letril’in etkisinin kanser tedavisinde  % 90’ın üzerinde olduğunu yazmıştır!*

*🔸 Amygdalin (B 17 Vitaminin) kaynakları:*

*🔸 Tohum veya meyve tohumları doğadaki B 17 vitamininin konsantrasyon halidir. Bu, elma, kayısı, şeftali, armut ve kuru erik çekirdeklerini kapsıyor.*

* Fasulye filizi, mercimek filizi, lima fasülyesi ve bezelye gibi baklagiller ve tahıllar.*

*🔸 Acı badem (doğada en zengin B 17 vitamini kaynağı) ve Hint bademi.*

*🔸 Her türlü dut, yabanmersini, ahududu ve çilek.*

*🔸 Susam ve keten tohumu. *

*🔸 Yulaf, arpa, kahverengi pirinç, buğday, darı, keten ve çavdar.*

* Bu Vitamin ayrıca mayada, ham pirinçte ve balkabağında bulunur.*

*🔸 Kanser karşıtı ürünlerin listesi.*

*  Kayısılar (çekirdekler). Diğer meyvelerin çekirdekleri / tohumları:*

*1⃣. Elma.*

*2⃣. Vişne.*

*3⃣. Şeftali.*

*4⃣. Kültür eriği.*

*5⃣. Erik.*

*6⃣. Armut.*

*7⃣. Lima fasülyesi.*

*  Bulaşık deterjanın ve sıvı sabunun parçacıklarının vücuda girmesi, kanserin başlamasının ana nedenidir.*

*🔸 Bulaşıkları ne kadar iyi durulasanız durulayın, ufak bir deterjan parçası bulaşıkların üzerinde kalır ve vücudunuza girer.*

*🔸 Bu zararlı maddeleri tamamen hayatınızdan çıkartmak istemiyorsanız, bunun da basit bir çözümü var.*

*🔸 Bulaşık deterjanını (ve sıvı sabunu) sirke ile 50: 50 oranında karıştırın. İşte bu kadar!*

*  Artık asla kansere yakalanmayacaksınız!*

*  Dondurulmuş limonlar - kansere çaredir  *

*  Bunu bilmiyor muydunuz?*

* Restoranlar ve kafelerdeki birçok uzman, tüm limonları kullanır veya tüketir ve hiçbir şeyi boşa harcamazlar.*

* Bütün limonu israf etmeden nasıl mı kullanabiliriz?*

* Son derece basit!*

* Yıkanmış limonu buzdolabınızın dondurucusuna koyun. Limon dondurulduktan sonra rendeyi alın, tüm limonu rendeleyin (kabuğunu soymadan) ve yemeklerin üzerine serpin.*

*  Limonu sebze salatalarına, dondurmaya, çorbalara, pilav ve bulgura, makarnaya, spagettiye, pirince, suşiye, balık yemeklerine vs… katın. Bu liste sonsuza kadar devam edebilir.*

*  Tüm yemekler beklenmedik bir şekilde, daha önce hiç tatmadığınız lezzetli bir tada sahip olacak. Genellikle limon denince, sadece limon suyu ve C vitamini akla geliyor.  Şimdi  Limonun Sırrını öğrendiğinize göre, limonu, bir bardak hazır erişte çorbasında bile kullanabilirsiniz.*

*  Kabuğu atmayı önlemenin ve yemeklere yeni bir lezzet katmanın haricinde bütün limon kullanmanın temel avantajı nedir?*

*  Limon kabuğu limon suyundan 5-10 kat daha fazla vitamin içerir. Ve siz genellikle kabuğu atıyorsunuz. Ancak şimdi, basit bir şekilde tüm limonun dondurulması ve ardından yemeklerin üzerine serpilmesi işleminin ardından tüm bu besin maddelerini tüketebilir ve daha sağlıklı olabilirsiniz. Limon kabuğu, vücuttaki toksik elementlerin yok edilmesinde güçlü bir indirgeyici ajandır.*

*  Yıkanan limonu dondurucuya koyun ve ardından her gün yemeklerin üzerine rendeleyin. Bu, yiyeceklerinizi daha lezzetli, hayatınızı daha sağlıklı ve daha uzun hale getirmenin anahtarıdır! Bu Limonun muhteşem Sırrıdır!*

*  Limon (Citrus), kanser hücrelerini öldüren harika bir üründür. Ayrıca kemoterapiden 10.000 kat daha güçlüdür.*

*  Böylece, limon kabuğunun hoş aromasının yanı sıra, limon suyundan 10 kat daha fazla vitamin içerdiği ve vücuttaki toksik elementlerle savaşmaya yardımcı olduğu ortaya çıkmıştır. Fakat en önemlisi, limon kanser hücrelerini öldürmektedir.*

*  Neden biz bunu bilmiyoruz? Çünkü büyük şirketler, onlara inanılmaz karlar getiren sentetik analogların üretimi ile ilgileniyorlar. Gelirlerini tehlikeye atmamak için, limonun mucizevi özelliklerini gizli tutuyorlar.*

*  Limon ağacının bileşenleri, kanser hücrelerinin büyümesini yavaşlatmak için yaygın olarak kemoterapide kullanılan Adriamycin’den 10.000 kez üstündür. Ve en önemlisi, limon özü ile yapılan terapi sadece kötü huylu hücreleri yok eder.*

*  Yan etkisi olmadığı için limonları dondurun, rendeleyin ve sağlık için tüketin!*

*  Bu bilgilerin kaynağı heyecan vericidir. Bu bilgiyi, 1970’ten bu yana 20’den fazla laboratuvar testinin yapıldığını ve basit limonun, kolon, meme, prostat, akciğer ve pankreas kanseri gibi 12 türdeki kanser hücresini öldürdüğünü söyleyen, dünyanın en büyük ilaç üreticilerinden biri verdi…*

*  Ve daha da şaşırtıcı olan, limon özü ile yapılan tedavi türü, yalnızca malign kanser hücrelerini yok eder ve sağlıklı hücreleri etkilemez.

HALİL İBRAHİM KAMBAK


22 Aralık 2024 Pazar

TÜRKLERDE ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ..




Türkler’in, tek tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir AKÇAM ağacı bulunuyor.

Buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.

Türkler’de güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.

İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle AKÇAM ağacı altında kutluyorlar.

Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.
Bayramın adı NARDUGAN.

(nar=güneş, tugan, dugan=doğan) Doğan güneş

Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.

Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.

Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.

Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar.

Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.

Akçam ağacı yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş.

Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş. Bu yüzden olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor. İsa'nın doğumu ile hiç ilgisi yok.

"Doğum, Güneşin yeniden doğuşu"

Sümerolog
Muazzez İlmiye ÇIĞ

 

NE VARSA ESKİLERDE VAR



Eski zamanlarda askerlik vakti gelen delikanlının biri askere çağrılır. Yeni evlendiği eşine yalnız kaldığında şöyle der.
" Eve gönderdiğim her mektubun sonuna üç tane nokta koyacağım. Üç tane nokta... O üç nokta senin içindir. Anladın değil mi?"
Uzun askerlik yıllarında eve gönderdiği her mektubunun sonuna o üç noktayı koyar delikanlı.
Mektup eve gelince önce delikanlının anası tarafından kucaklanır. Sonra delikanlının babası, dedesi, nenesi, amcası, teyzesi, derken konu komşu da dahil olur bu mutluluğa ve hepsi doluşuverirler heyecanla tek göz odaya. Evin okumayı bilen en küçüğünün eline tutuşturulur mektup ve okutulur.
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpüldüğü, komşular, teyzeler, amcalar ve tüm tanıdıkların hâl ve hatırlarının sual edildiği, sağlık ve sıhhat temennisiyle devam eden mektup, selam ile son bulur. Ve sonunda kimsenin dikkat etmediği o üç nokta olur.
Bitti diye elden bırakılan mektubu delikanlının eşi alır ve son satırındaki o üç noktayı arar, bulur ve okur!
Herkesin bitirdiği yerde başlar onun satırları. Görünmez bir kalemle yazılmıştır sanki, dakikalarca bakar bakar, hem okur hem ağlar. Mektubu üzerine damlayan gözyaşları ile yıkar.
Gelen her mektubun son satırında hep olur o üç nokta. Heyecanla ve sabırsızlıkla yeni gelecek bir sonraki mektubu bekler kadın.
Aradan çok çok uzun zaman geçer ve toruna torbaya karışır, iki yaşlı çift olurlar. Bir gün evin en kıymetli eşyalarının saklandığı bir kutudan afacan torunları tarafından ortaya saçılır sararmış mektuplar. Çocukları babalarının askerlik mektuplarını görünce hemen alır ve heyecanla okurlar. Anneleriyle babalarının askerlik döneminde evli olduğunu bilen çocuklar merakla sorar babalarına, yazdığı mektuplarda neden annelerinin halini hatırını sorup ona selam göndermediğini.
Adam cevap verir."Ben ona harfler değil, yüreğimi gönderdim o okudu!"
Kadın devam eder. "Kim demiş o mektupta bana ithafta bulunulmamış diye. O mektupta en güzel cümleler, en güzel şiirler bana yazıldı!"
Yıl 2021...
İletişim aletleri zenginleşti, iletişim fakirleşti. En güzel cümleler bile artık samimiyetsizleşti. Ne kimse kimsenin anlatmak istediğini anlıyor, ne de kimse kimseye kendini anlatabiliyor.
Uzun yollara çıkan insanlar yarı yolda iniyor. Çoğu insan bakıyor görmüyor, dinliyor duymuyor...
Yani şu üç noktada anlatılanları artık hiçbir cümle vermiyor.
Üç nokta bazen aşktır, bazen pişmanlıktır... Bazen çok büyük bir haykırıştır.
Söyleyemediklerin, anlatamadıklarındır.
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı andır.
Yalnızca ve yalnızca okuyanın anladığı kadardır.
Yürekten konuşanlara alfabe, yürekten duyanlara sestir.
Böyle insanlara denk gelebilmek ise en büyük nimettir.
Kulakları duyan, kalbi sağır olan ;
Gözleri gören, yüreği âmâ olan insanlar uzağınızda olsun.
"Konuştuklarınızı duymayanlara inat,
Sustuklarınızı duyabilen insanlar hayatlarınızda hep var olsun."🙏🙏💖💖

Arap'ın kültürü Türk'e uymaz.!


Arap'ın kültürü Türk'e uymaz.!
Çünkü:
Türkler, çocuk yaştaki kızlarla evlenmezler.
Türkler, tek eşlidir, 4 kadın almazlar
Türkler, kadına değer verir, cariye veya köle yapmazlar.
Türkler, oğlancılık yaparak erkek çocuklarına tecavüz etmezler.
Türkler, deve sidiği içmez.
Türkler, körü körüne inanmaz, araştırır, sorgular, öğrenirler.
Türkler, anasının, bacısının dizinden, orasından burasından tahrik olmazlar.
Türkler, kadınların saçından, kılından, tüyünden tahrik olmazlar.
Türkler, "Çanakkale'de gökten Evliyalar indi savaştı" masallarına inanmaz. Bileğine, yüreğine, tüfeğine, komutanına güvenirler.
Türkler, çöl fareleri gibi Atasına küfretmez..!!


 

3 Aralık 2024 Salı

SÜMERLERDEKİ TÜRK`LERİN VARLIĞI ..!




"Bir Sümer atasözü diyor ki: 'Biliyorsan öğret, bilmiyorsan öğren!'

Sümerler tarihçe bilinen en eski kavimdir. M.Ö. 3300’lerden 1975’e kadar, başşehirleri Basra’dan kuş uçuşu 120 Km kuzeybatısında bulunan Ur şehri olmak üzere Güney Irak’ta yaşamışlardır. 2715 yılına kadar olan dönem karanlıktır.

Birkaç siteden oluşan küçük krallıklar kurmuşlardır. Sitelerde kültür hayatı ve gündelik hayat, inanılmaz derecede yüksekti.
Tarih Sümerlerle başlamıştır. Çünkü yazıyı ilk defa bulup kullanmışlar, böylece ilk defa oturdukları bölge, tarih öncesinden tarih çağına geçmiştir.

Altaylarda, Türkmenistan’ın Anau şehrinde ve Sümerlerin yaşadıkları Mezopotamya’da yapılan kazılarda elde edilen buluntularda aynı şekil ve resimlerin bulunması, Sümerlerin Türk olduğu kanaatlerini kuvvetlendirmiştir.

Sümerlerde 8 yıldız inancı vardı. 8 yılrız; Türklerde Göktanrı, Oğuz Han ve 6 oğlunu simgeler.

Sümerler de Oğuz Türklerinde olduğu gibi hükümdarlarının tanrı tarafından tahta oturtulduğu kabul ederler. Buna ‘kut anlayışı ‘ denilmektedir.

Sümerlerin Gılgamış destanı ile Türklerin Dede Korkut hikâyeleri de birbirine benzer. Her iki destan da 12 parçadan meydana gelmekte ve kahramanlarının başına ne gelirse, uykuda gelmesi benzerliği dikkat çekmektedir.

Sümerce ve Türkçedeki ortak kelimeler sayılamayacak kadar çoktur. Prof. Dr. Osman Nedim Tuna, Philadelphia Üniversitesi’ndeki araştırmalarından sonra 1990’da yayınladığı Sümer dili ile ilgili incelemesinde Sümerlerdeki Türkçe kelimelerin % 95,5 oranında olduğunu belirtiyor.

Türkçe yazılmış bir kaynaktan daha geniş bilgi edinmek isteyenler; Osman Nuri Tuna tarafından kaleme alınıp, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi’nin 382.

Sayısında yer alan ‘Sümer Dilinin ve Türk Dillerinin Tarihî İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi ‘ başlıklı makalesine bakabilirler.

Soyadı ‘Sümer‘ olmasına rağmen Ortaçağ Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Sümer de Sümerlerin Türklüğüne pek inanmazdı.

Ve… Türkiye’nin en popüler bayan ilim insanı Sümerolog Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ Diyor ki:

‘Düne kadar, tarih Sümerlerle başlar ‘ Deniliyordu. Bundan böyle ‘Tarih Türklerle başlar ‘ Dememiz gerekir.’

Prof. Çığ şöyle devam ediyor:

‘Sümerler kendilerine ‘Kengerler ‘ diyorlardı. Kengerler hâlen yaşayan ve uzun zamandır yaşamakta olan bir Türk boyudur.
Kengerlerin en önemli şehirlerinden birinin adı; Kiş. Sümerlerin Mezopotamya’da kurdukları ilk şehrin adı da Kiş. Aynı adlı yerleri Anadolu’da da buluyoruz. Mesela Bitlis’in Hizan ilçesinde Kiş köyü, Malatya’nın Kablı ilçesinde Kişli, Urfa’nın Bozova ilçesinde Kişkan köyleri var. Sümerlerin bir başka önemli şehri Ur. Burada üç defa Sümer Krallığı kurulup dağılmış. Hem Asya’da hem de Anadolu’da aynı isimdeki yerleşim bölgeleri var: Adıyaman’da: Urgöç, Hilvan’da: Urgez, Ardahan’da: Ur köyü… Bu Ur Köyü, Uygur Türklerinin Urtigin soyundan gelenler tarafından kurulmuştur. Uygur beylerine de ‘ur ‘ deniliyor. Biliniyor ki; Türkler, geldikleri yerlere, çıktıkları yerlerin adını verirler. Sümerler de, Asya’dan göç ederken bulundukları yerin adını Mezopotamya’da yerleştikleri bölgeye vermişlerdir. Moğolistan’da ‘Suber / Sümer ‘ adlı bir dağ bulunuyor. Dil, efsâneler, destanlar, yer adları, ve tufan efsânesi bakımından son derece ilgi çekici benzerlikler var. Bunlar çok önemli bulgulardır.’

Sümer Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki müşterek kelimelerden bâzıları:

Aga: Ağa, Agıl: Akıl, Altun: Altın, Ambar: Ambar, Amelu: Amele, Anu: Ana, Apa: Apa(ağabey), Arpu: Arpa, Assinu: Asena, Auşk: Aşk, Balag-ba: Balaban, Bar: Var, Batu: Batı, Domuzi: Domuz, Et: Et, Gaazi: Gazi, Gid-de: Git-gide, Ginç: Genç, Heak: Hak, İlig: İlik, İş-ti: İşitmek, Karra: Kara, Mesu: Meşe, Mum: Mum, Nusa: Neşe, Sar: Sarı, Tamga: Damga, Tengiz: Deniz, Ungar: Uygar, Zindan: Zindan

Sümerlerle ilgili değişik kaynaklardaki yüzlerce sayfada bulunan bilgilerden çıkan diğer sonuçlar şöylece özetlenebilir:

*Sümerlerin karakter yapılarındaki mücâdelecilik, tabiat şartlarını değiştirerek bulundukları yeri kullanıma açmak.

*Türklerde ve Sümerlerde üstün bir zekâ, kararlı ve sağlam bir irâde yapısı.

*Sümerler ve Türkler tek tanrıya inanıyorlardı.

*Buluntulardan elde edilen bilgilere göre Sümerler ve Türkler, silah üretiminde mâhir insanlardı.

*Türklerde ve Sümerlerde tapınaklar, tepe üzerlerine yapılmıştır.

*Sümerler de Türkler gibi Nuh Tufanı ile derinden ilgilenmişlerdir.

*Sümerler de Türkler gibi insanlığa bol miktarda ilk icatlar hediye etmişlerdir.

Sonuç: Okuyucu sorabilir:

‘Bunca benzerliklere, yakınlıklara, iç-içeliklere ve bire-bir örtüşmelere dayanarak oluşturan ilmî görüşlere rağmen neden Sümerlerin Türklüğü konusunda fikir birliği sağlanamıyor ? ‘ el-Cevap: Sümerler, çok üstün ve muhteşem bir kültür oluşturmuşlardır. Her millet, Sümerlerin kendi ataları olduğunu ispat etme çabasındadır. Kendi milletleriyle Sümerler arasında alaka kuramayanlar ise, Sümerlere en yakın milletle olan bağları kopartıp, konuyu belirsizlikler kuyusunda unutulmaya mahkûn etmek için çalışıyorlar. Onları anlamak mümkündür. Türk medyasında isim yapmış olmasına rağmen sıradanlıktan kurtulamayan entellerin Sümerlerle bağlantımız olmadığı iddialarını da anlayışla karşılayabiliriz. Zeki Velidi Togan, Âdile Ayda, Osman Nedim Tuna, Selahi Diker, Fuad Tekçe, Bahaeddin Ögel, Orhan Türkdoğan, İbrahim Kafesoğlu, Yılmaz Öztuna, Hasan Cemil Çambel, Şemseddin Günaltay, Atakişi Celiloğlu Kasım, Muazzez İlmiye Çığ ve Reha Oğuz Türkkan ile diğer ilim adamlarının, kendini Türk tarihinin derin gerçeklerini fotoğraflarla ispat etmeye adamış bu uğurda genç yaşta şahâdet mertebesine ulaşmış Türklüğün Servet’i Servet Somuncuoğlu’na rağmen masa başından ayrılmaksızın, Sümerlerin Türklerle bağlantısını reddedenleri anlamak mümkün değildir.

Yazıyı, Sümerlerde ve Türklerde müşterek olarak kullanılan bir özlü sözle bitirelim: ‘Biliyorsan öğretmelisin. Bilmiyorsan öğrenmelisin.’

[1] Yeni Türk Ansiklopedisi: Ötüken Neşriyat. İstanbul, 1985

[2] Atlantisliler, Sümerler, Etrüskler Türk Mü? Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan. Nokta Kitap.

[3] Kemal Sallı’nın Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ ile yaptığı röportaj. Önce Vatan Gazetesi, 29 aralık 2008

[4] Sümerce-Türkçe Sözlük: Prof. Dr. Osman Nedim Tuna. Kesit Yayınları. İstanbul, 2010
ALINTIDIR 



 

2 Aralık 2024 Pazartesi

BİR ZAMANLAR TÜRKİYE


Bir zamanlar imkânlar dahilindeyken artık olmayan şeyler!
• 65 maaşı alanlar şekeri çuvalla, Yağı 10 kg'lık tenekeyle alırdı.
• Bir tane yetmez diye iki tane karpuz alınırdı.
• Çay herkese söylenirdi.
• Depolar mutlaka fullenirdi.
• Kıyma kiloyla alınırdı.
• Ayda bir kez biftek yada kuşbaşı almak zorlamazdı.
• Mevsim sebzeleri en az birer kilo alınır, pazar arabası tıkabasa doldurulurdu.
• Bahçe sulanırdı, halılar evde yıkanırdı, günlük banyo yapılırdı, bulaşık yıkanırken su şarıl şarıl akardı.
• Ayda bir kez piknikte et Mangal yapılırdı.
• Haftanın iki yada üç günü misafir ağırlanırdı.
• Kiralık ev bulmak kolay, kiralar makuldü.
• Meyve kilolarla alınırdı.
• Her yıl mutlaka memlekete gidilirdi.
• Ayda bir kaç kez çorbacıya yada kebapçıya gitmek mümkündü.
• Okul malzemeleri heyecanla alınırdı.
• Kiloyla defter alınırdı.
• Dışarıda acıkırsan ekmek arası döner uygundu.
• Her bayram bayramlık alınırdı.
• Emekli olunca ev alınırdı.
• Biraz birikimle araba alınırdı.
• Hastalanınca sıra bulunur muayene olunurdu.
• İstediğin ilaç bulunurdu, ilaca para verilmezdi.

Altan İlhan Arslan

Mahmutpaşa,İstanbul

 

AGORA MEYHANESİ

 

❤️❤️ "BURASI AGORA MEYHANESİ" 

1890’da bir Rum olan kaptan Asteri , Balat çarşısında bir Meyhane açar.

 Meyhanesine de Rumca “meydan” anlamına gelen “Agora” adını koyar. 

Meyhane masa yerine kullanılan dev fıçıları ve ucuz şaraplarıyla kısa zamanda ün yapar. 

Ama meyhanenin ününü artıran olay ilgisiz bir biçimde İzmir kaynaklıdır.

Aradan zamanlar geçer...

Tarih 1959’dur.

Onur Şenli adında bir tıp fakültesi öğrencisi 

Komşu kızına aşık olur ama aşkına karşılık bulamaz. 

Aşk acısı ona soluğu birçok zaman, İzmir’in Agora semtinde aldırmaya başlar. 

Çünkü Agora salaş meyhanelerin mekanıdır.

 Bir gün bu salaş meyhanelerden birinde içtikten sonra eve gelir ve bir mektup yazmaya başlar aşkına.


Mektup şöyle başlar: 


“Sana bu satırları bir sonbahar gecesinin felç olmuş köşesinden yazıyorum.”


Onur Şenli, mektubun ileriki

 bölümlerinde fakına varır ki aslında bir mektup değil bir şiir yazmaktadır. 

Şiirine de şu adı koyar: 

"Gece, Şarap ve Aşk" 


Onur, şiiri yayımlatmak için fakültenin dergisine gönderir, 

şiiri kabul edilir.

 Şiir dergide tam basılmak üzereyken,bir gazetenin kültür-sanat editörü tarafından görülür. Editör şiiri yayınlar ama adını değiştirerek.

 

" Agora Meyhanesi."


Şiir o kadar sevilir ki, dillere pelesenk olur. 

Hatıra defterlerinde yer alır,

 sevgililerin kulaklarına fısıldanır,

şarkısı yapılır,

 Şarkıyı neredeyse ünlü olup da söylemeyen sanatçı kalmaz. 


Şarkıyı dinleyenler İzmir’deki 

Agora’dan habersiz Balat’ta ki Agora Meyhanesi’ne akın ederler.

 Çünkü şarkıdaki Agora Meyhanesi’nin burası olduğunu düşünmektedirler.

 Haliyle geceleri burası hınca hınç dolmaya başlar.

 Öyle popüler bir mekan olur ki tam 286 Türk Filmi’nin

 meyhane bölümleri burada çekilir.

 Yani ucuz şarapların satıldığı meyhane Türkan Şoray’ları, Fikret Hakan’ları, Ayhan Işık’ları, Cüneyt Arkın’ları ağırlamaya başlar.

 Sonraları kaderine terkedilir. 


AGORA MEYHANESİ


Sana bu satırları

Bir sonbahar gecesinin

Felç olmuş köşesinden yazıyorum

Beşyüz mumluk ampullerin karanlığında


Saatlerdir boşalan kadehlere

şarkılarını dolduruyorum

Tabağımdaki her zeytin tanesine

Simsiyah bakışlarını koyuyorum

Ve kaldırıp kadehimi

Bu rezilcesine yaşamaların şerefine içiyorum.


Burası agora meyhanesi

Burada yaşar aşkların en madarası

Ve en şahanesi

Burada saçların her teline bir galon içilir

Gözlerin her rengine bir şarkı seçilir

Sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin

Bu sekiz köşeli meyhane seni bilir


Burası agora meyhanesi

Burası arzularını yitirmiş insanların dünyası?

Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı

Boşalan ellerimde kahreden bir hafiflik

Bu akşam umutlarımı meze yapıp içiyorsam

Elimde değil

Bu da bir nevi namuslu serserilik


Dışarda hafiften bir yağmur var

Bu gece benim gecem

Kadehlerde alaim-i semaların raksettiği

Gönlümde bütün dertlerin horan teptiği gece bu

Camlara vuran her damlada seni hatırlıyorum

Ve sana susuzluğumu


Birazdan şarkılar susar, kadehler boşalır

Umutlar tükenir, mezeler biter

Biraz sonra bir mavi ay doğar tepelerden

Bu sarhoş şehrin üstüne

Birazdan bu yağmur da diner

Sen bakma benim böyle 

Delice efkarlandığıma

Mendilimdeki o kızıl lekeye de boş ver

Yarın gelir çamaşırcı kadın

Her şeyden habersiz onu da yıkar

Sen mesut ol yeter ki ben olmasam ne çıkar?

Dedim ya burası agora meyhanesi

Bir tek iyiliğin tüm kötülüklere meydan okuduğu yer

Burası agora meyhanesi

burası kan tüküren mesut insanların dünyası."

 

(Kanserle savaşan Dr. Onur Şenli 

 tedavi gördüğü hastanede vefat eder 2017)

21 Kasım 2024 Perşembe

TÜRK ORDUSUNA SALDIRININ YENİ HALKASI TEĞMENLER

 

Teğmenler meselesinde karanlıkta kalan  halen bilmediğimiz başka bir oyun seziyorum arka planda bilinmeyen başka birşey daha var o bilmediğimiz şey ne olabilir. Burası Türkiye  inşallah yanılırım acaba Akp karşıtı birkaç kişiye diğer ordudaki Atatürkçüleri tesbit için kasten yol vermiş olabilirler mi benimkisi sadece tahmin yanılabilirim ama bilmediğimiz başka bir oyun olduğunda şüphe yoktur. Çünkü Türkiyede her zaman bazı olan vakalarda oyun içinde oyun döner mesela 2016 darbe tiyatrosu gibi halen karanlıkta aydınlatılamıyor. Nedenmi  bir darbe yapılıyorsa darbenin yönetimi bakanlar kurulu olur kim bunlar halen bilinmiyor geçen hafta mahkemenin biri karar vermiş yurtta sulh konseyi diye bir konsey yoktur noluyoruz Millet sokakta 15 temmuza tiyatro diyor 15 temmuzun araştırılmasını engelliyorsan darbeye tiyatro denilince kızmayacaksın darbe tiyatrosu halen karanlıktaysa teğmenler yemininde de  halen bilmediğimiz başka birşeyler neden olmasın çünkü bu iktidarın sicili bozuk Ergenekon tertibinden beri Türk ordusuna Hükümet eliyle saldırı var  bilmediğimiz başka bir Bizans entrikası döndü haberimiz mi yok halen bilmediğimiz başka şeyler olduğunu seziyorum bunları ya hiç öğrenemeyecez ya da gerçekler yıllar sonra ortaya çıkacak İşin Özeti: Türkiyede 15 temmuz darbe ya da tiyatrosu oynanırken ya da bastırılırken darbe içinde darbe yapıldı sağ gösterip sol vurdular o darbeyi yapanlar 2016'da başlattıkları soykırımı tamamlamaya uğraşıyorlar. Allah ülkemizi bu hainlerin şerlerinden korusun